Translate

29 Şubat 2012 Çarşamba

Renklerin Coşkusu ...






Bu sabah erkenden yola koyuldum. Dışarda yer yer kar kalıntıları ama ben yazlık kıyafetler peşindeyim. 15-20 Mart arası açacağım sezon hazırlıkları içerisindeyim. Birinci durak Miarte & Neri. Bu markada bizim vazgeçemediklerimizden. Hem küçük beden(Miarte),hem büyük beden(Neri)
aynı mekanda bulmanın rahatlığı. Bütün çalışanları ile kanka durumu. Kahveler, coukie'ler gırla. Sonra da ürün seçme faslı. Bu sene sonsuz bir renk yelpazesi, canlı renklerin yanında pastel tonlar, anlayacağınız hepsi var, kafa karma karışık. "Olsun, üstesinden gelirim" diyerek seçmeye başladım. İlk önce küçük bedeni kombinleyerek ayırdım sonra da büyük bedeni. Sıra fotoğraf çekmeye gelmişti. Ayakkabıları ve çantaları kombinlemek için çektiğim fotoğrafları sizinle paylaşıyorum. Miarte'den Serpil'e, Didem'e ve Sevil'e yardımları için çok teşekkür ediyor, iyi sezonlar diliyorum ...









28 Şubat 2012 Salı

Kotlar ...

Bugün sizi vazgeçemediğimiz markalardan biri olan Red Apple'a götüreceğiz. Kot pantalon, lycralı pantalon ve swarovski taşlı giysiler denilince ilk akla gelenlerdendir. Kusursuz kalıpları ve üstün kumaş kalitesi ile ön plana çıkar. Bir pantalonunu aldığınızda gerisi gelir ve başka model pantalonlarını da almak istersiniz. Kısacası alışkanlık yapar. Bizden alışveriş yapanlar o ayrıcalığı bilir. Sadece bu firmanın pantalonunu almak için gelen bir sürü müşterimiz vardır.
Bir firmanın yaşam süresi, iş verenin istikrarı, dürüstlüğü ve yeniliğe açık olması ile doğru orantılıdır. Bu tür firmalar markalarını gelecek nesillere taşıyabilirler.
Ümidimiz, bu tarz şirketlerin yabancı markalar gibi kendi markalarını uzun yıllara taşıması.







27 Şubat 2012 Pazartesi

Ve Oscar...

Meryl Streep



Dün gece yapılan o muhteşem Oscar törenini izledim. Uykusuz kaldım belki ama değdi doğrusu. O ihtişamın içinde olmak nasıl bir duygudur bilemem ama o kırmızı halının üstünde salınan herkes çok güzel ve heyecanlıydı. Bir de Twitter ve Facebook'ta hangi sanatçının ne giyeceğini tahmin edenler, özellikle Angelina Jolie'nin kıyafetini çok merak ediyorlardı. Anlayacağınız sosyal medya kaynıyordu. Bana göre ise Oscar, moda efsanelerinin kendilerini pekiştirdikleri bir podyum. Gelen tüm aktrist ve aktörler ünlü modacıların giysilerini sergiliyorlardı. Ve en çok beğenilen kıyafetlerin modelleri günün modasını oluşturuyorlar. Büyük bir organizasyon. Harcanan parayı ve emeği tahmin etmek zor olsa da bu sansasyon uzun süreceğe benziyor. En iyi kadın oyuncu seçilen Meryl Streep, daha önceki bloğumda da yazdığım gibi, bu yaşında tüm gençlere taş çıkarttı. Görüldüğü gibi hiç bir şey için geç geğil. Yeter ki işinizi ciddiye alın...

Michelle Williams



Angelina Jolie


24 Şubat 2012 Cuma

Butiğimizin Renkleri ...



İstatistikler toplumun % 10'unun kişilik bozukluğu olduğunu söylüyor. Yani her 10 kişiden biri bozuk. Daha ziyade ben merkezli kişilerde görülüyormuş. Bunların bazıları da bizi buluyorlar herhalde ki,geçen gün çok sevdiğimiz arkadaşımız Pınar bizi ziyaret etti. Biraz lak lak'tan sonra cicilerimize bakmaya başladı. Son indirimde olduğumuz için fiyatların cazibesi onu coşturdu. Bir çok ürüne bakarken içeriye ara sıra bizden alışveriş yapan biri girdi. Pınar baktığı ürünleri denemeye, o da indirimdeki ürünlere bakmaya başladı. İkisi ile de ilgilenmeye çalışıyorduk. Pınar işini bitirip, hesabını ödedikten sonra dükkandan ayrıldı. Diğeri bir hışımla kabinden çıkıp yüksek sesle konuşmaya başladı. Adeta bağırıyordu. "Onunla çok ilgilendiniz, beni ihmal ettiniz, ben de müşteri değilmiyim, onun aldıklarını ben almak istiyordum" ve daha bir sürü şey...Dumur oldum ! Ne söyleyeceğimi şaşırdım. Pınar ondan evvel gelmiş, beğendiği ürünleri seçmişti zaten. Son indirimde ürünlerin stok durumları kısıtlı. Kim daha evvel gelirse o alır. Profesyonelliğin getirdiği tecrübe ile dükkanda bulunan herkese aynı mesafede durmayı ilke edinmiş bir firma olarak alttan almaya çalıştım ama o hala kendisini haklı görüyor, sitemlerini sürdürüyordu. Sustum sonra kendime "sen bunu düzeltemezsin" dedim. Çünkü ilgi çekmek, ilgi odağı olmak kişilik bozukluğuna giriyormuş. O agresif hareketlerle alacaklarını ayırmaya başladı, aynı suratsız ifade ile hesabını ödedi ve gitti. Biz dükkandakiler, bu neydi diyen bakışlarla birbirimize baktık sonra da dükkanı toparlamaya koyulduk. Bela geliyorum demez, geliverir. Allah beterinden korusun...

23 Şubat 2012 Perşembe

Modada Tarz ...

Bir koşturma bir telaş...Bizim sektörle uğraşan herkesin başında. Yetişmesi gereken yeni sezon ürünleri. Her firmanın tarzları ve renkleri ayrı ayrı. Böyle de yapmak zorundalar. Çeşitlilik, müşteri potansiyelini arttırır böylece firmaların kar etmesini sağlar. Bu mantıkla biz de bu çeşitliliği sağlayarak yeni sezonumuzu açacağız. Bazısının sevdiği şeyi diğeri hiç sevmeyebilir. Bir de modanın içinde olan trendleri bazılarının kabullenmeleri daha zordur.


Mesela yukarıdaki trend yaklaşık iki senedir moda olan bir tarz. Birkaç sanatçımız da bunu denediler. (Beren Saat) Pek tuttuğu söylenemez. Bu benim de hiç sevmediğim bir tarz oldu. Bence kişinin kıyafeti kimliğinin önüne geçmemeli, modanın esiri olmamalı. Mesela bizim butiğimizin müdavimlerinden olan arkadaşım Hülya, leopar desenini çok sever. Elinden gelse bütün giysileri leopar desenli olacak. İşte bu bir tarz. Bu işi yapmama ve çok sevmememe rağmen çeşitliliği sağlamak zorundayım. İşte görüldüğü gibi herkesin tarzı ayrı, zevki ayrı. Boşuna dememişler, zevkler ve renkler tartışılmaz diye.
Asıl olan bütün bunların uyum içinde olmalarıdır. Modanın içinde sevgi ile kalın.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Ayakkabı Bir Aşktır...


Ayakkabı tutkunları bunu çok iyi bilir. Herhangi bir giysiye uyması onlar için önemli değildir. Bir görüşte vurulurlar ve sahip olmak isterler sonunda da olurlar.
Bunun en iyi örneği kızım Belin'dir.


Senenin vazgeçilmez platformlu ayakkabıları topuklu ayakkabı sevenler için ideal. Platformun verdiği rahatlık.


Bu sene ayaklar renk renk olacak. Neredeyse düz renk ayakkabıyı bulmak imkansız.


Vazgeçilmez babetler de çok renkli ve çok şekerler. Hoşgeldin yeni sezon...

21 Şubat 2012 Salı

Yeni Sezona Başlarken...


Yeni bir işe başlamak her zaman heyecan vericidir. Sonucunu görene kadar da çok yorucudur. Beyin düşünmekten mutasyona uğrayabilir.
Bizde bugünlerde yeni sezon hazırlıkları içindeyiz. İşimiz, ardı ardına gelen expozisyonlara gitmekle başlar. Çünkü satacağımız ürünü canlı mankenin üzerinde görmek isabetli kararlar vermemizi sağlar. Ondan sonra şık showroomların içinde görücülüğe çıkmış yeni ürünleri seçmek, birbirleri ile kombinlemek ve en önemlisi ne satacağımıza karar vermek. Tabi daha bitmedi. Tüm bunların uygun ayakkabısını, çantasını yaptırmak, aksesuar işiyle ilgilenmek ve sonrasında vitrini tasarlamak. En önemlisi bütün bunları hata yapmadan programlayıp hayata geçirmek. Bu bizim her 6 ayda bir yaşadığımız bir olgudur.

Sanki her defasında yeni bir dükkan açar gibiyiz. Bir de sezon içinde yaşadığımız dönemler var. Mesela yaz sezonunda ilk önce baharlıklar sonra abiyeler (mezuniyet ve düğünler için ) sonra da sıcak yaz ürünleri raflarda yerini alır. Bunların getirdiği bir sürü detayı da unutmamak lazım. Modayla uğraşmak işte böyle birşey. Değişime ayak uydurmak ilk şartıdır. Bir de bunların 2 sene evvelinden planlanıp, programlanmasına ne demeli.
Fransa ve İtalya'da moda konseyleri ve onlara eşlik eden ünlü markaların danışmanları iki sene sonrasının modasına karar verirler. Renkler ve kumaşlar belirlenir. İlk önce kumaş sektörü devreye girer sonra da modacılar ve tasarımcılar modelleri hazırlamaya başlarlar. Anlayacağınız gibi onlar da tam anlamıyla özgür değiller. Ancak o senenin çizgilerini taşıyan özgün kıyafetler tasarlayabilirler. İşte böylece malesef en pahalı markalarda da pazarda satılan ürünlerde de aynı çizgileri görebiliriz. Anlayacağınız dev bir sektör. Orada herkes, modayı ayakta tutmak uğruna deli gibi çalışır ve sonra da raflarda yerini bulur. Her nereden alırsanız alın unutmayın ki, her üründe bir emek ve bir çaba vardır. İyi sezonlar.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Gençlik ve kalite


Geçen gece Atv'deki Kenan Işık'ın yarışma programında sorulan soru şöyleydi. "Kösele, ayakkabının neresindedir?" Cevap seçenekleri;
A) Burnu, B) Tabanı, C) Yüzü , D) Topuğu, idi.
20-22 yaşlarındaki genç kız düşündü, düşündü... seçeneklerin arasında gitti geldi ve "C şıkkı yüzü" dedi.
Şaka gibiydi. Bu kadar basit bir soruyu Üniversite bitirmiş birinin bilmemesine çok şaşırmıştım. Fakat sonra belki de haklıydı diye düşündüm. Fiyatların uygun olması adına kalitenin yerlerde gezdiği günümüzde gençlerin bilmemesi doğaldı belki. Alışveriş çılgınlığını yaşatmak uğruna kullanılan suni malzemeler ve kalitesiz işçilikler içinde büyüyen bir nesil. Çoğunluğun bunlara ulaşması çok kolay, gerek alışveriş merkezlerinden, gerek sanal ortamdan. Böylece yeni yetişen gençlerin köseleyi , hakiki deriyi, yünü, ipeği tanımaları çok zor. Son zamanlarda malesef markalı ürünlerde de bu özellikleri göremiyoruz. Bizim dönemin çocukları daha kaliteli ürünlerle büyüdü. Çünkü o zamanlar sanayi bu kadar gelişmemişti. Gıda da olduğu gibi tekstilde de doğal yollardan üretilen kumaşlar bulunurdu. Sanayi ilerledikçe bu doğal kumaşların benzerleri polyesterden üretilmeye başlandı. Çok üretmek, çok tüketmek mantığıyla imal edilen ürünlerde kaliteyi görmek mümkün değil.
Fark edilmek, şık ve klas görünmek istiyorsak ucuz ürünlerden kaçmamız lazım. 3 adet alacağımıza 1 adet alıp kaliteli giyinebiliriz. İngilizler boşuna dememişler, ucuz mal alacak kadar zengin değilim diye. Parayı nereye harcadığımız bütçemiz açısından çok önemli. Sezonda alamıyorsak indirimlerden de yararlanabiliriz. Ama önemli olan malın iyisini seçmek.
Biz kadınlar, hepimiz alışverişi severiz. Ama paramızı hangi ürüne verdiğimiz önemli. Akılcı bir alışveriş eksiklerimizi ve istediklerimizi not etmekle başlar. Ucuz veya pahalı görünmek kendi seçimimizdir. Seçimlerinizin herzaman kaliteli olması dileğiyle ...

17 Şubat 2012 Cuma

Blog Maceram :)




Yaşasın 37. bloğum. Genelde blok işi gençlerle daha çok örtüşüyor. İlgilendikleri dallar hakkında blog açıyorlar. Bazıları işini iyi yapıyor ve ciddi paralar kazanıyor. Benim serüvenim ise eski bir kaç tane müşterimizin İstanbul dışına taşınmaları ile başladı. Bize alıştıkları, tarzımızı ve kalitemizi bildikleri için bizi internet satışına teşvik ettiler. Biz de 30 senelik butiğimizi sanal ortama taşımaya karar verdik. Site hazırlandı, ürünlerimizi siteye yerleştirdik ama işin bir de reklam tarafı vardı. Bizim zamanımızda iyi ve kaliteli malların reklamı olmazdı. O zamanki anlayışla buna gerek de yoktu. Oysa şimdi reklamsız satış grafiğini yükseltmek mümkün değil. Ben de bir iki ajansla görüştüm, yapılacak bir kaç şeyin dışında blog da yazmam gerektiği söylendi. Ben, giyim kuşam, şimdiki değişiyle styling yapmayı çok iyi biliyorum da yazmayı nasıl becereceğimi bilemiyordum. Bir kaç bloğu inceledim, içinden geldiği gibi yazılan yazıları görünce rahatladım. Orada imla bozuklukları, cümle düşüklükleri gırlaydı. Eh, bende bu kadarını yapabilirim düşünsesiyle işe koyuldum. Sağolsun ajans bize blogger bir blog açmıştı. Bugün yarın derken yeni yılda yazmaya karar verdim. Akşamdan ne yazacağıma dair ufak tefek notlar alıyorum. Gündüz butikte asistanım Elif bilgisayara döküyor.Tabi onun yaşındakilerin hızına erişmek mümkün değil. Eski konulara takıldığımızda google görevini gören kocam Yusuf'uda unutmamak lazım, çünkü eskileri hatırlamakta üstüne yoktur. Bir de arkadaşım Zeynep var. O da imla hatalarını bulma canavarıdır :) Aslında çok eğlenceli oluyor. Fikir dalaşları, kahkahalar hepsi var. Yalnız geçen gün kızım Belin konuların amacından saptığını söyledi. Doğruydu belki. Çocukluğumda çok şık hatıra defterim vardı. Şimdilerde de var mı bilmiyorum. İlk önce anne, baba ve kardeşlere sayfa ayrılır sonra kuzenler ve arkadaşlar. Herkes bu sayfaya ufak şiirler, temenniler yazardı. Genelde "sepet sepet yumurta sakın beni unutma" diye biterdi. Sonra lise yıllarımda bir hevesle günlük tutmaya başladım ve sonra oda bitti. Kızım haklıydı aslında, modayla ilgili başladığım blog benim günlüğüm haline geldi. O gün ki duygularımı ve ilgimi çeken konuları yazmak istedim. Çünkü moda yalnız giyim, kuşam trendlerini yansıtmıyor bence. Gündem de olan haberler, olaylar da o dönemin modasını belirliyor. Belki de yaşımdan dolayı herşeyi bir bütün olarak algılıyorum. Geçen gece televizyonda seyrettiğim programda internet kullanıcılarını yaşa göre gruplandırmışlar. 40-50 yaş arası L-X grubunu oluşturuyormuş. 50 yaş üstünün ise sınıfı yok. 15'li yaşlarda televizyonla, 30'lu yaşlarda cep telefonuyla tanışan nesil olarak yine de iyi adapte olduğumuzu düşünüyorum.
Nice bloglara :)

16 Şubat 2012 Perşembe

Vesile ...



Daha henüz 28 yaşında ve yeni bir anne. Hayatının baharında yaşam mücadelesi veriyor Gamze Akbaş.
İki gecedir Okan Bayülgen'in programında yer alıyor.İşte internet ve sosyal medyanın gücü. Kendisi de genç beyin olduğu için çok fazla insana ulaşmanın yollarını biliyor. Çaresizliğinin verdiği güç ile teknolojiyi doğru kullanarak sesini herkese duyuruyor. İşte böyle insanlar başkalarının da sesi oluyor. Hayat böyle birşey herhalde. Babam, kötü birşey olduğunda 'bu işte de vardır bir hayır ' derdi. Sinirlenirdim 've ne hayırı' derdim. Ama bazen yaşam altında yatan hayırı gösteriyor. Böylesi bir illet hastalığa yakalanmanın ne hayırı vardır diye soranlara cevaptır Gamze'nin sesi. Kendi hastalığını yenmek adına verdiği mücadele başkalarının da umudu oldu. Yarattığı sinerjiyi diğer insanlarla paylaşmak,kalıcı çözümler bulmak bu işin hayırıdır bence.
Gerçekten bu hasta haliyle bunları planlayıp hayata geçirmek ayrı bir meziyet doğrusu. O bir bankacı. 3 yaşında güzel mi güzel bir oğlu var.Bu mutlu yuvasını sürdürmek onun en tabii hakkı. İnanıyorum ki verdiği tüm çabalar boşa çıkmayacak, bir an evvel dönorünü bulacak ve sağlığına kavuşacak. Hayat her zaman laylaylom değil malesef. Bir de böylesi sevimsiz bir yüzü var. Önemli olan bu zor günlerde dimdik ayakta durup akılcı çareler üretmek ve edindiğimiz tecrübeleri başkaları ile paylaşmak.

Acil şifalar diliyoruz...


http://atakan310309.wordpress.com/ Gamze'nin blog adresi.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Bir Yıldız Kaydı...






Hepimiz bir sürü film seyretmişizdir kuşkusuz. Yalnız bazılarının etkisi yıllar boyu sürer.Uzun süre geçmesine ve defalarca seyretmeme rağmen Bodyguard filmini unutamam. Hatırlayanlar bilir, Whitney Houston'ın çikolata rengi, kadife sesiyle Kevin Costner'ın yakışıklılığı ve filmin senaryosu o döneme imza atmıştı. Houston ününü bu filmle zirveye çıkarmıştı. Albümleri dünya çapında 176 milyon satmıştı. Altı albümle bu rakamı yakalamak rekor olsa gerek. Ancak bu kadar şöhrete sahip çıkmak da zor iş. Onu sarsmadan, bozmadan sürdürmek daha zor olmalı ki Whitney bunu beceremedi. Hazin bir sonla sonlandırılmış bir hayat.
En top devresindeyken evlenmiş, kocası uyuşturucu müptelası, yaramaz bir adam. 15 sene zarar veren bir evlilik. Sonrada inişe geçiş.
Son zamanlarda fütursuz davranışlarıyla, paspal görüntüsü, derbeder hali ile ortalıktaydı .Sonra da fazla dozdan ölmesi belki de intihar, bilinmiyor tabi ki...
48 yaşında bir insanın böyle bir sonla hayata veda etmesi beni çok duygulandırdı. Bu kadar paraya, bu kadar şaşaya ne olmuştu da bu hale gelmişti? Bu sorunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Şöhret ve fazla para her zaman insana mutluluk getirmiyor malesef. Sanatçılar da herkes gibi etten, kemikten insanlar. Ancak şan ve şöhrete ulaştıklarında kimyaları mı değişiyor, nedir? Veya aşırı ilgi onları daraltıyor da başka arayışlaramı geçiyorlar. Her ne sebeple olursa olsun bu kadar güzel ve duygulu bir sesi kaybetmek beni çok üzdü. Hemen cd'sini aldım, şimdi o güzel şarkılarını dinliyorum.

Değermiydi Whitney?

14 Şubat 2012 Salı

Geçmiş Zaman Olur Ki 2012'deki Sevgililer Günü


Nihayet sevgililer günü geldi çattı. Aslında bugünü tatil ilan etselerdi iyi olurdu. Akşam dışarı çıkacak olan bayanlar rahat rahat hazırlanırlardı. Bu özel günde sevgilisi ile beraber gideceği mekanda güzel görünmeyi istemek çok doğal. Ee malum biz kadınların hazırlıkları uzun sürer. İlk önce ne giyeceğine karar verecek sonra saç, baş, makyaj, manikür derken geçen zaman.Çalışan kadınlar için bunları programlamak zor olsa gerek. Anladık sevgilileri olanlar bu telaşın içindeler de ya olmayanlara ne oluyor ? Onlar da bu coşkuyla single programlar yapıyor. Medyada bilhassa facebookta herkes birbirinin sevgililer gününü kutluyor. Aynı Kurban Bayramında,Cumhuriyet Bayramında olduğu gibi, zannedersiniz ki herkesin bayramı. Oysa Valentine gençleri evlendirmek uğruna hayatından olmamışmıydı? Karşı cinsleri bir araya getirmek değilmiydi amacı? Ama herhalde insanların sevmek ve sevilmek dürtülerinden olacak ki bugünü sevgi günü haline getirdiler. Ulusal bir bayram haline gelen sevgililer gününün ben de sevgi günü olmasından yanayım.Çünkü ailemizi, arkadaşlarımızı sevmek kısacası sevmeyi bilmek insanı insan yapan olgulardır. Bizim Türk Telekom bile böyle algılamış olacak ki, reklamlarında "sevgilini ararsan annen darılır, anneni ararsan baban darılır, deden darılır" sloganı ile 14 Şubat'ta ki konuşmaları bedava yapmış. Devlet ve Millet olarak bağımsızlığımızı ilan ettiğimiz Cumhuriyet Bayram'ında bile böyle birşey düşünülmemiş.
Görüldügü gibi sevgililer günü anlam ve önem itibarıyla tatili hak ediyor sanırım .Şimdi ben de herkesin bu sevgi gününü kutluyorum. Sevgi ile kalın...




13 Şubat 2012 Pazartesi

Nerde O Aşklar ?



Sevgililer günü arefesindeyiz.Sevgililer sevgilerini en iyi nasıl ifade ederim derdindeler. Orjinal süprizi bulmak adına yarışıyorlar. Tabi sevgilisi olmayanlar bu konuda rahat, ama biraz da buruklar. Bizim gençlik yıllarımızda sevgililer günü furyası henüz Türkiye'ye gelmemişti. Bazen keşke bizim zamanımızda da olsaydı diye düşünüyorum. Gençliğimin verdiği heyecanla kim bilir neler yapabilirdim. Yalnız bu kadar tantanaya rağmen aşkların  eskisi gibi yaşanmadıklarını gözlemliyorum. Şimdilerde 1-2 günde flört etmeye başlanıyor  ve herşey anlık yaşanıyor.1 ayda da finish!. Bu kadar tutkuyla, çoşkuyla başlayan ilişkiye ne oluyor da bu kadar çabuk bitiyor anlayamıyorum. Aklıma lise son sınıfta iken (yaklaşık 40 sene evvel) arkadaşım Sevinç karşı apartmanda oturan Cem'le gözgöze gelebilmek için okul çıkışı koşa koşa eve giderdi.Bizimki camda, Cem balkonda 10 ay süren gözgöze muhabbeti. Bir keresinde Cem balkona çıkmaz oldu.Sevinç iki gözü iki çeşme ondan vazgeçtiğini düşünürken Cem zatüree olmuştu.Eh tabi kış günü balkonda durmanın sonu bu. Neden sonra flört etmeye başladılar. Bizim zamanımızdaki flörtler çay bahçesinde oturmalar, el ele dolaşmalar belki de arada masum bir öpücük.Bu süre çok uzun sürmezdi mahalle baskısı devreye girerdi. Onlar da kısa bir süre sonra isteme, nişan olayına girdiler.Ama bitmedi. Sevinç iki sene askerlik beklemişti. Şimdilerde iki çocukları 3 toruları var.İşte bizim dönemimizdeki aşklar dantel gibi işlenirdi .Hiçbir çıkar gütmeden yaşanırdı aşklar. Mutlak sadakat, olmazsa olmazlardandı  ve herşey ömür boyu düşünülürdü. Ozamanki sanatçılar bile genelde ilişkilerini uzun süre yaşardı.Şimdi başta sanatçılar gömlek  değiştirir gibi sevgili değiştiriyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil.Medya da bunu  bir güzel pompalıyor.Bunu trend olarak kabul eden gençler de aynısını yapıyor. Eskiden babası yaşında adamla flört edeni duymazdık bile. Velhasıl bu gibi olayları çok örneklendirebiliriz. Tabi ki değişim yaşamın içinde bir olgu. Biz de bu nesil olarak bu  değişime ayak uydurduğumuzu zannediyoruz. Ancak bunu haysiyetimizden, kişiliğimizden ödün vermeden yapmamız lazım. Fazla tüketmenin moda olduğu bu zamanda duygularımızı, aşklarımızı tüketmemek dileğiyle...

10 Şubat 2012 Cuma

Son İndirim...


Bugün son indirimimiz başladı.İki günlük hummalı çalışmanın sonucunda kışı bitiriyoruz. Ama kış bitmemek için elinden geleni yapıyor. Yine kar, yine soğuk. Her ne kadar yazlık, sezonluk giysiler görücüye çıktıysa da   kışı doya doya yaşadığımız için yazlık giysileri görmek bile insanı üşütüyor. Şu anda alışveriş yapmak için en uygun zaman. Eğer numaranızı bulabiliyorsanız iyi bir çizmeyi, ayakkabıyı, botu almak çok akılcı. Ürünlerin fiyatları bu kadar yerlerdeyken size uyan okazyon ürünleri almak çok avantajlı. Çünkü dükkanlar ve butikler bu son indirimde kar etmeyi düşünmezler. Malı bitirmeye çalışırlar, zararına da olsa. Bu zamanda yapılacak olan alışverişler, genelde istediğinizi değil, okazyon bulduklarınızla olur. Günün çok trendy giysilerini ve renklerini almak yerine gerçekten uzun süre giyilebilecek klasik ürünleri seçmemiz lazım. Bu klasik ürünler dolabınızın temel taşları olacaktır. Çok moda trendy kıyafetleri sezon başında almak ve bütün sezon doya doya giymek lazım. Böylece kıyafetlerinize modernlik katarsınız. Bir de dolapta olmazsa olmazlar vardır.Siyah pantalon, siyah hırka, siyah elbise gibi. İşte bu demir başları tamamlamak adına alışveriş yapmanın en iyi zamanıdır.Hadi hanımlar çarşıya. İyi alışverişler :)

www.yildizbutik.com














9 Şubat 2012 Perşembe

Madonna nasıl olunur ?



Geçen gece Madonna'nın süper Bowl(Amerikan Futbolu) için verdiği konseri seyrettim. Aman allahım !
O ne gösteriydi ? Ona konser demek az olur. İçindeki  revü, akrobasi, lazer ışık oyunları ile muhteşemdi. Bir de kadrosunun zenginliği gözden kaçmıyordu. Eski Mısır Firavunlarının filmleri tadında Yunan tanrıçası gibiydi. Hiçbir detay atlanmamıştı, para zebil gibi akıtılmıştı. Yaklaşık 15 dakikalık bir gösteriydi. Bunu inanılmaz bir performansla sergilemek ve o  kadar kusursuz  detayı  bu  kadar kısa  bir süreye sığdırmak her baba yiğidin harcı değil doğrusu. Seyretmek isteyenler Youtube ve Vogue blogdan seyredebilirler. Gerçekten ünlü olmak zor zanaat. İlk önce görsel olarak kendinizi sürekli yenileyebilmeniz gerekiyor. Sürekli formda kalmak, spor yapmak, estetikler, botokslar gibi gibi.
Sonra da bunları herkesden farklı bir tarzda beğeniye sunacaksınız, değişik olacaksınız, detayları kaçırmayacaksınız. En önemlisi bunları yapabilmek için  paraya da kıyacaksınız yani :). Tabi ki bir ekip işi. Gündemde kalabilmek için içinizdeki hırs  mütemadiyen yenilikler yapmak için sizi kamçılayacak . Siz ve ekibiniz  günümüzün  rekabet ortamında gelebilecek  en iyi eleştirileri alabilmek için    akılcı yöntemler bulacaksınız. Bu olaylar daha fazla örneklenebilir. Kısacası özgür, sınırsız, aykırı, değişken olmalısınız. Oyunu kuralına göre oynamalısınız. Göründüğü gibi kolay  Madonna olunmuyor.


8 Şubat 2012 Çarşamba

Oscar




26 Şubat'ta yapılacak olan Oscar töreninin hazırlıkları bitmiş. Erkeklerde Brad Pitt ve George Clooney aday gösterilmiş.
Her ikisi de kadınların gönlünde taht kurdular. Benim favorim Clooney. Brad Pitt de çok yakışıklı ama zevkler ve renkler tartışılamaz. Kadınlarda ise Demir Lady filmindeki Margaret Thatcher rolü ile  Meryl Streep. Bu yaşında bile bayrağı bırakmaması ve 17 kez en iyi kadın oyuncu adayı olmasına helal olsun diyorum başka da birşey demiyorum. Her sene Oscar törenini iple çekerim. Gelen  starların  o kırmızı halı üzerinde salınmaları ,özel haute couture kıyafetleri, özel tasarım mücevherleri... (kuyumcular ödünç verseler bile) o ihtişam benim ruhumu doyuruyor sanki. Bu  büyülü dünyada   bütün güzellikler  sanki bir arada. Törenin yapıldığı tiyatronun ihtişamı aktör ve aktristlerin şıklığı ile bütünleşiyor adeta. Şimdile de bu sanatçıların hepsi hummalı bir hazırlık içindeler. Bana göre  ödül  almak  kadar, orada kim daha uzağa "işeyecek" yarışı geceyi ölümsüzleştiriyor.
Yalnız merak ettiğim, bizde verilen ödüllerden sonra başlayan kavgalar, hak yeme dedikoduları, bir biriyle küsmeler.... Oscarda da böyle şeyler oluyor mu acaba, bilen var mı ?

7 Şubat 2012 Salı

Mutlular :)


Kariyerinin başında çok zayıf bir vücuda sahip olan Aguilera son zamanda aldığı kilolarından  mutlu.

Bugün size dün magazin haberlerinde okuduğum bir yazı hakkında yazmak istiyorum.Kilolu bayanlara müjde ! Hollywood'da balık etli vücutları ile gurur duyan ünlü yıldızların sayısı gittikçe artıyormuş.
Sadece bilinçli spor ve sağlıklı beslenme ve dietsiz hayat.Yukarıdakı Christine'nin görüntüsünden sonra 36 beden saplantısı olan kadınlara kapak olsun. Seksi ve kadınımsı kıvrımlarla bence çok hoş. Bakımlı olmanın nefes almak kadar gerekli olduğunu savunanlardanım. Ancak  bu delicesine ve saplantılı olduğu zaman hastalık oluyor.Bu da bizi mutluluktan uzaklaştırıyor. Herşeyin fazlası zarardır bilinci ile yemeğimizi biraz dengeleyerek orta yolu bulabiliriz. Çok kilonun görüntü dışında getirdiği sağlık problemlerinide unutmamamız lazım. Ancak bu ille de 36 beden noktasına gelmemeli. Geçenlerde kuaförde  kandil dolasıyla simit dağıtılıyordu. Herkes birer tane aldı ama benim yanımda oturan 19-20 yaşlarındaki 36 beden civarındaki bayan almadı.Ve başladı saymaya simitin içindeki  yok parafini,yok yağı,yok aşırı kilo yapması vesaire vesaire. Bu ufak kandil simiti hakkında aldığım dersten çıkardığım sonuç obsesif insanların  mutluluklarını sürekli erteledikleri. Bana sorarsanız kandil simiti çok lezzetliydi. Hayatınızın lezzetli olması dileğiyle (;



Katt Perry'in biraz kilo alması canını sıkmıyor :)


Britney Spears'ın aldığı kilolar onun mutluluğunu bozmadı :)

6 Şubat 2012 Pazartesi

Eski İstanbul...







Hava birden + 15 derece ısınınca İstanbul'lular zincirden boşanırcasına sokağa döküldüler. Güneş ile gelen özgürlük. Bu tatil gününde eşim ile ben ne yapacağımızı düşünürken kızımın söylediği Karaköy'de yeni açılmış Fransız pasajı aklıma geldi.İstikamet Tophane. Kızıma da haber verdik ve üçümüz yola koyulduk. Eski İstanbul dediğimiz bölgede bile trafik çok yoğundu. Bebek ve Ortaköyü düşünmek bile istemiyordum.Tophaneye arabayı park ettik.İlk önce Fransız pasajı dedikleri yere gittik ki hayal kırıklığı. Bildiğimiz eski binaların arasında renksiz,ruhsuz bir pasaj. Bej Cafe bile orayı hareketlendirememiş. Sonra ver elini Karaköy. Çok uzun süredir oralara gitmemiştim. Yeni açılan cafeler,yurdum insanı manzaraları ve turistler... Halka karışmak ne güzelmiş. Eminönü'ne kadar süren yürüyüş. Dönüş yolunda bir kahve içmek sonrada Tophane'deki Salvador Dali'nin resim segisine gitmeye karar verdik. Ehh bu kültür programına bir sanatsal faaliyette yakışırdı.
TOPHANE-İ AMİRE'de açılmış olan serginin önünde inanılmaz bir kalabalık vardı. Gençlerin bu kadar ilgi duymasına çok mutlu oldum. Uzun bekleyişten sonra içeri girdik.İlahi komedya,sürrealizm izleri, Gala ile akşam yemeği üç ayrı temaya ayrılmıştı salon. Ben resim konusunda otorite değilim ama kullanmış  olduğu renklerin güzelliği ve iç içe giren uyumdan etkilenmemek elde değildi. Doğa üstü güçlerin bu denli iyi anlatılması ve renklendirilmesi olağanüstüydü. Ayrıca 1900'lerde yaşamış olan  İspanyol kökenli Dali'nin, ondan yüzyıllarca evvel yaşamış Dante'den  ne kadar etkilendiğini  görmemek mümkün değildi.Saat 5'e geliyordu kapanmak üzere olan sergiden çıktık.Bir de güzelce karnımızı doyurduktan sonra herkes dağıldı. Ailecek geçirdiğimiz bu tatil gününün sonunda çok mutluydum.

3 Şubat 2012 Cuma

BARIŞ MANÇO...


Anlayamıyorum...Şu bizim Kültür Bakanlığı'nın görevini bilen var mı ?
İlk İtalya kültür seyahatimde rehberler bizi kiliselere, müzelere ve eski çeşmelere götürmüşlerdi. O çeşmeleri gördüğümde "aa bunlardan bizde çok var" demiştim. Ama bizimkiler bu denli  bakımlı değil tabi.Onların yaptığı  biraz ışık,birazda temizleme sonra da dolan turistler. Bizde niye bunlara kimse sahip çıkmaz? Bir ülkenin Kültür Bakanlığı gibi bir birimi var ise, eski kültürlerimize sahip çıkması gerekmez mi diye düşünüyorum. Bugün işyerine bir arkadaşım geldi. Barış Manço hastasıdır. Malum bu hafta Barış Manço haftası olduğu için konu bu yönde ilerledi.Yarın ki Forum İstanbul'da düzenlenecek olan Adam Olacak Çocuk, Pazar günü Moda'dan kalkacak vapura bineceğini ve onu çok özlediğini anlattı.
Doğru, Türkiye için Barış Manço bir değer. Bu mirası taşımak sadece Doğukan Manço'ya ait olmamalıydı. Bantlarının korunması,onu doğru yaşatmak, Tuzla'daki okulun Barış'a yakışır şekilde olması ve bir sürü iş.
Kendi kültürümüzü dünyanın her tarafına tanıtan, Japonya'dan kültür ataşesi ünvanını alan biri için az mı ?
Benim gençliğim Cem Karaca ve Barış Manço'yla, kızım ise Barış abisi(adam olacak çocuk) ile büyüdü. 7'den 70'e herkesin gönlündeydi.Böylesi bir adamın mirasını gelecek nesillere taşımak hepimizin, en önemlisi Kültür Bakanlığı'nın işi değil mi ?
Ülkeler kültürleriyle var olur, sahip çıkılarsa tabi?

2 Şubat 2012 Perşembe

Öyle Geçer Zamanki...



Bu havada evdeyiz. Kankamız televizyon, zap zap vaziyeti. Gözüme TRT 1'in kutlamaları takıldı. Ne tuhaf dün gibi geçen zaman. Babamın 1971'de aldığı televizyon aklıma geldi. Annemi kaybettiğimiz seneydi. Bir nebze de olsa avunmam için alınan hediyeydi. Babama da yakışan buydu. Çünkü o yeni çıkan bütün turfanda ürünleri almaya çok meraklıydı. O zamanlar kış ve yaz sebzeleri sadece mevsimlerinde çıkardı. Baharda çıkan salatalıkların,çileklerin kokusu bile bir başkaydı. İşte o dönemde televizyon henüz turfandaydı. Gerçi 1968'de Teknik Üniversite'nin haftada iki kere deneme yayını başlamıştı. Ama halk arasında daha yaygınlaşmamıştı. Herkesin evinde televizyonun girmesi 1974-1975 senelerine rastlar. O dönem şimdiki işimin temeli olan enstitüde  okuyordum. Eve geliyor saat 19:00'a kadar tüm derslerimi ve işlerimi bitirmeye çalışıyordum. Sonra 19:00 da başlayan haberlerle televizyon karşısında akraba ve komşularımızın toplanması. Herkesde televizyon olmadığı için komşuda pişer bize de düşer vaziyeti :).Görüntüde Necef'li maşrapa çıkar(yayın kesildiğinde çıkan resimdir)ben çayları tazelerim. Haberler 15 dakika sürerdi.Düşünüyorumda o zaman haber mi yoktu, şimdilerde haber mi çok çözemedim. Dizilerdense zengin ve yoksul, Bonanza, hayat ağacı  aklımda kalanlar.Tadı da başkaydı sanki. Bir de Atatürk İnkilapları anlatılırdı. Bana göre orada verilen mesaj bu kadar kısa sürede ve yoksullukla ülkeyi muasır medeniyete taşımak,kaybedilmiş özgüveni kazanmaktı. İşte biz böyle büyüdük.
Şimdilerde aynı TRT 1 elinden gelse milli bayramları da yok sayacak.İktidarın elinde kukla.


http://www.yildizbutik.com/

1 Şubat 2012 Çarşamba

İstanbul'a Yakışmayan Kar...


Tüm kanallar ilkönce yurtta ve bilhassa İstanbul'da yağan kar haberleriyle başlıyor. Her taraf beyaz örtüyle örtülmüş yer yer yurdun manzaraları. Görselliği nefis ama bana göre yine de İstanbul'a kar yakışmıyor. On iki milyon insanın yaşadığı, diğer yerlerden gelenleri de sayarsak yaklaşık on beş milyonun trafiğini taşıyan metropolde hayat duruyor adeta. İş yerleri erken kapatılıyor,insanlar bir an evvel evlerine ulaşmak için cengaverleşiyorlar. Bir de haberlerde mecbur olmadıkça evden çıkmamalarını söylemeleri tüm şehri olumsuzlaştırıyor. Bugün Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçmem gerekiyordu.İnanılması zor ama köprü bomboştu. Köprüden geçerken İstanbul beyaz elbisesi ile çok güzeldi tabi. Bence tatildeyseniz bu keyfi yaşamak güzel. Ama gel gör ki çarkı döndürmek için yapılması gereken bir sürü iş olunca bu keyfi alamıyoruz. Her ne kadar sömestreden sonra yağsaydı deselerde(tatilin uzaması) bu iş en çok öğrencilere yaradı. Sömestrede iyi durumda olan aileler çocuklarını kayağa götürmeye gayret ederler. Ama gel gör ki ilahi adelet tüm çocukların bunu yaşamasını sağladı. Sokaklarda kardan adam yapanlar,tahta parçasıyla yokuş aşağı kayanlar,kar topu oynayanlar insanın çocuk ve genç olası geliyor:).Oysa benim için  şimdilerde kar üzerinde yürümek bir kabus. İşte büyümek böyle birşey...

http://www.yildizbutik.com/